Milli Savunma Sanayinde Sürdürülebilirlik
Ülke olarak, başta Deniz Kuvvetleri K.lığı olmak üzere son 20-25 yıl içerisinde ödenen tüm bedellere rağmen ısrarla ve cesaretle Milli Savunma Sanayinin oluşturulması için verilen mücadelenin karşılığını en net bir şekilde gördüğümüz günler yaşıyoruz.
Milli savunma sanayi oluşturma hamlesinin bugüne kadar birçok tecrübe ve tatbikatlarda kendisini ispatlamış ürünleri, Afrin Operasyonu ile birlikte gerçek harp sahasına inerek tüm dünyaya öz kaynaklarla idame edilebilen askeri ürünlerin ne kadar önemli olduğuna dair net bir mesaj veriyor.
Bugün; MİLGEM Ege ve Akdeniz’in her noktasında gövde gösterisi yapıyor, Yeni Tip Karakol Botlarımız tüm çevre denizlerimizde 24 saat üzerinden devriyelerine devam ediyor, Denizaltı Kurtarma Ana Gemimiz önce önemli bir NATO Tatbikatında boy gösterip tüm katılımcı ülke personellerinden tam puan alıyor, sonra dönüyor Karadeniz’de batan MV Bilal Bal gemisini sadece birkaç saat içerisinde 90 metre derinlikte buluyor ve çok riskli su altı operasyonları ile kazazedelerin naaşlarını o derinliklerden çıkarıyor, Çok Maksatlı Amfibi Tank Çıkarma gemimiz Deniz Harp Okulu öğrencilerinin açık deniz eğitimlerine ev sahipliği yapıyor ve birçok yurt dışı limanında milli yeteneklerimizi sergiliyor, Kurtarma ve Yedekleme Gemimiz 30 yıl önce Akdeniz’e düşmüş Fransız uçağını 300 metre derinlikte buluyor, çektiği belgesel tadında görüntüler “artık suların altı da bizden sorulur” edasıyla ulusal kanallar aracılığıyla internet üzerinden dünyaya servis ediliyor, 3 farklı tersanemizin gerçekleştirdiği projelerle süratli özel operasyon ve sahil güvenlik botları ardı ardına yabancı ülkelerdeki sahiplerine teslim ediliyor, yerli üretim gemi tipi 30 mm toplarımız yine monte edildikleri yabancı ülke platformlarında ilk gerçek mermili atışlarını yapıyor ve üstün başarılar elde ediyor, yerli savunma sanayi firmalarımız artık yurt dışı pazarlarda yeni inşa ve modernizasyon projeleri gerçekleştiriyor ve kurulan işbirlikleri ile dünya savunma sanayi pazarında pay sahibi olabilmek için her geçen gün daha da fazla çaba gösteriyorlar.
Üstelik bu hamleler savunma sanayi projeleri ile de sınırlı değil. 2017 yılı içerisinde Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’na teslim edilmiş olan MTA Oruç Reis Sismik Araştırma Gemimiz de Münhasır Ekonomik Bölge faaliyetlerimiz için çok önemli bir hamle olarak ülkemizin milli yetenekleri arasında yerini almış durumdadır. Son olarak Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile yaşanan sıkıntılar da artık ülkelerin gözünün su altı kaynaklarına yöneldiğini göstermektedir. Bu kapsamda Türkiye olarak deniz gücümüzün hiç olmadığı kadar güçlü ve milli olması gerektiği bir dönem yaşanmaktadır.
Yukarıda belirtilen resmin elde edilmesi için bu ülkede çok önemli bedeller ödendi ve çok önemli engelleme çalışmalarına rağmen bu noktalara ulaşıldı. Bundan sonra ise bir yandan milli yeteneklere yenilerinin eklenmesi için çalışmalara devam edilirken diğer yandan bugüne kadar kazanılmış yeteneklerin sürdürülebilir olmasının sağlanması gerekmektedir.
Milli askeri platformların giderek hem sayısının hem de çeşitliliğinin artması bu platformların desteklenebilmesi için ciddi bir altyapı ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
Sürdürülebilir milli savunma sanayi hedefine ulaşmanın en önemli sac ayakları, söz konusu platformların gerçekleştirilmesi esnasında oluşmuş olan yetişmiş insan kaynağının, kurumsal hafızaların ve savunma sanayi firmalarının bu yeteneklere olan ünsiyetlerinin korunmasının sağlanmasıdır. Gerçekleştirilmiş tüm projeler kapsamında envantere alınmış olan platform, sistem, cihaz ve ekipmanların özellikle ömür devirleri boyunca teknik ve lojistik anlamda desteklenebilmesi için ne Devlet’in ne de Deniz Kuvvetleri’nin mevcut kurumsal yapısı müsait değildir. Birbiri ardına envantere alınan platformların hem farklı görev yelpazelerinde çok yeni sistem cihazlara sahip olması hem de projelerin gerçekleştirilme ve platformların envantere girme hızları dikkate alındığında bu noktadan itibaren de bir Özel Sektör – Devlet iş birliğinin ortaya konulması gerekliliği daha net olarak anlaşılmaktadır.
Bundan yaklaşık 20 sene önce MİLGEM projesi ile yola çıkılırken ortaya konulan modelin gerçekleştirilen projelerden öğrenilen derslerin katkısıyla daha da geliştirilmesi ve ömür devri süresince platformların desteklenmesi için yeni modellerin yaratılması gerekmektedir. Bu kapsamda dünyada özellikle savunma sanayi projelerinde son 10-15 yılda sıkça uygulanmaya başlanmış olan Performansa Dayalı Lojistik (PDL) enstrümanının gündeme taşınarak uygun model ya da modellerin belirlenmesi için çalışmaları yapılması gerekmektedir.
Ancak son yıllarda çok önemli araştırmalara konu olmuş ve önemli tasarruflar ve performans artışları sağladığı anlaşıldığında sıklıkla uygulanmaya başlanmış bu sistem için Savunma Sanayi Müsteşarlığının tedarik modellerinde uygulanan geleneksel tedarik modellerinin yeniden değerlendirmesi gerekmektedir.
PDL kapsamında ilk ve hızlıca uygulamaya konulabilecek olan başlıklar düşünüldüğünde hemen herkesin ilk aklına gelen iki model “Bakım Anlaşmaları” ve “Yedek Parça Tedarik Sözleşmeleri” olacaktır.
Mevcut modelde bir ürün ya da platform tedarik edildiğinde, ömür devri boyunca yedek parça tedariği ve bakım/onarım hizmetleri ayrı ayrı yönetilmekte ve sistemlerin toplam performans sorumluluğu ise ilgili Deniz Kuvvetleri K.lığının sorumluluğunda kalmaktadır. Bu kadar çok sistem, cihaz, ekipman, malzeme ve platformun olduğu bir kuvvet yapısında tüm bu işlemler için işletilen alt yapı hem hantal kalmakta hem de devlet açısından değerlendirildiğinde çok yüksek maliyetlere katlanılmasına neden olunmaktadır. PDL kapsamında ise tüm bu hususlar, ömür devri boyunca ya da yapılacak anlaşmalarla belirlenecek zaman aralıklarında ürün sağlayıcısından beklenmektedir. Yapılacak PDL sözleşmelerinde belirlenmiş olan performans metriklerinin sağlanması tamamen ürün sağlayıcısının kendisinde olacak, ürünü kullanan kurum lojistik destek sağlamak için önemli oranda tasarruf etmiş olacaktır. Ayrıca PDL uygulaması sayesinde üretici firmanın ticari olarak uzun yıllar faaliyetlerine devam etmesi için kaynak yaratılmış olacak ve bu sayede de en başta belirtilmiş olan yetişmiş insan kaynağı ve kurumsal hafızaların da korunması sağlanmış olacaktır.
Bu noktada PDL faaliyetleri için de her şeyin dört dörtlük olduğunu söylemek mümkün değildir. Çok uzun yıllardır askeri ürünlerin ve platformların işletme sorumluluğu tamamen en ince detayına ve en alt başlığına kadar Deniz Kuvvetleri K.lığının kendisinde olduğundan bu konunun özellikle performans kriterleriyle ilgili kısımlarının tartışılmasına devam edilmektedir. Ancak özellikle son 20 yılda ABD ve İngiltere’ de PDL kapsamında yapılan anlaşmalar ve sonuçları incelendiğinde ortaya çıkan tasarruf miktarları sistemin her durumda faydalı olduğuna işaret etmektedir. Bu kapsamda yapılan tartışmalar yapılacak olan PDL anlaşmalarının iyileştirilmesine yönelik olarak değerlendirilmelidir.
PDL kapsamında sağlanacak lojistik destek konusunda en önemli husus performans metriklerinin çok iyi belirlenmesi ve konunun sözleşme metinleri içerisine çok iyi yerleştirilmesidir. Bir askeri ürün ya da platform için sağlanacak lojistik desteğin ne kadar süre içerisinde sağlandığı da çok önemlidir. Özellikle klasik tedarik modellerinin bu konuda ne kadar zayıf kaldığı artık günümüzün kaçınılmaz bir gerçeğidir. Bu nedenle PDL sözleşmesi içerisine performans metrikleri eklenirken özellikle zaman dahil tüm argümanların çok iyi çalışılması gerekmektedir.
PDL kapsamında çok detaylı ve çok karmaşık sözleşmelerin ortaya konulması ve her ne olursa olsun modelin askeri platformların sürdürülebilirliğinin sağlanmasını garanti etmesi gerekmektedir. Ancak ülkemizin kısıtlı kaynakları ile bu seviyeye getirilmiş olan savunma sanayimizin sürdürülebilir olması için uluslararası alanda kabul görmüş bu uygulamaların da ülkemize özel hassasiyetler dikkate alınarak çatılacak bir model üzerinden uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir. Yurt dışına bağımlı olmadan Ülke güvenliğinin sağlanmasının bu endüstrinin sürdürülmesi ve geliştirilmesine doğrudan bağlı olduğu unutulmamalıdır.